Babürlülerin son büyük hükümdarı olan Alemgir’in saltanatı büyük çalkantılarla geçmiştir. Bunlar arasında en önemlilerinden birisi imparatorluğun ekonomik durumunun kötüleşmesidir. Alemgir, saltanatının 20. yılında herkesi şaşırtan bir hamle yapmış ve sadece Hinduları kapsayan bir ek vergi uygulamaya koymuştur. Bu verginin ismi “Cizye vergisi” idi.
Aurangzeb, saltanatının 20. yılından itibaren nispeten hoşgörülü politikalarından daha ortodoks İslami bir yaklaşıma sapmaya başladı. 2 Nisan 1679’da gayrimüslim nüfustan cizye vergisi toplanmasına dair bir emir yayınladı.
Bu verginin yeniden gündeme getirilmesi konusunda çeşitli nedenler sayılmıştır. Bunlar arasında dini, ekonomik ve politik faktörler bulunur. Ancak bu verginin Babür İmparatorluğu’nu daha tutucu İslami değerlere getirmenin bir yolu olduğu kesindir.

Babürlerle aynı düşünce çizgisinde olan tarihçilere göre bu vergi, İslam’ı ve tutucu İslam hukukunu (Şeriat) teşvik etme amacındaydı. Bu, hiç kuşkusuz bütün İslam hükümdarlarının görevi olmalıydı.

İslam’ı yaymak ve İslam hukukunu yerleştirmek
Cizye’nin yeniden uygulanmasının resmi gerekçesi buydu. Bu resmi duyurunun açıklamadığı şey, Aurangzeb’in neden yirmi yıl tahtta kaldıktan sonra Cizye’yi yeniden uygulamaya koymasıdır. Şeriat konusunda oldukça bilgili olan Aurangzeb’in, saltanatının ilk 22 yılında Cizye’nin İslam hukukundaki önemini fark etmemesi pek mantıklı değildi.
“Büyük kralların şahsiyetleri Allah’ın gölgeleri olduğundan, büyük sarayın direkleri olan bu yüksek sultanlar sınıfının dikkati, çeşitli toplulukların ve farklı dinlere mensup insanların yaşatılması gerektiğine adanmıştır. Onlar, günlerini refah içinde geçirirler ve kimse kimsenin işine karışmaz. Bu şanlı sultanlar topluluğu hoşgörüsüzlüğe kapılırsa, Allah’tan alınmış bir emanet olan halkın anlaşmazlıklara ve çatışmalara düşmelerine ve böylece zarar görmelerine neden olur. Allah’ın izniyle, gerçek dava (Aurangzeb’in kendi davası) başarılı olduğunda ve sadıkların istekleri yerine getirildiğinde, büyük atalarımın saygı duyulan uygulamalarının ve yerleşik kurallarının faydaları, yerleşik dünyaya ışık saçacaktır.”
-Aurangzeb, Babür tahtını almadan önce Mewar’ın Rajput hükümdarı Rana Raj Singh’e yazdığı bir mektupta…

Yoksul Hinduların İslam’a Dönüşmesi
Cizye’nin Aurangzeb tarafından fakir Hindu kitlelerini İslam’a dönüştürmek amacıyla uygulandığı pek çok kaynakta belirtilmiştir. Pek çok Hindu, bu vergiden kaçınmak için (sadece ismen de olsa) İslam’a dönmeye çalıştı.
Ancak, aslında baktığımızda cizye vergisi, Hindistandaki çoğu yönetim tarafından zaten yüzyıllardır uygulanıyordu. Hindu kitlelerin topluca İslam’a geçmesine bu verginin neden olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Bu vergi, İslam dinine kitlesel bir dönüşüm yaratmadı.
Bu açıklamanın bir diğer sorunu da cizyenin gayrimüslimlerin en yoksul ve en alt tabakasını zaten etkilemeyeceğidir. Kadınlar, çocuklar ve yoksullar/muhtaçlar bu vergiden muaf tutulmuştu. Bu tür muafiyetler çok dikkatli bir şekilde uygulandı. Örnek olarak, Deccan bölgesinin tamamı vergiden muaf tutulmuştu.
“O (Aurangzeb) Hindulara, hemen hemen herkesin ödemek zorunda kaldığı bir cizye vergisi koydu. Aurangzeb bunu iki nedenden dolayı yaptı: birincisi, hazinesinin fetih harcamaları nedeniyle küçülmeye başlamış olması, ikincisi Hinduları Müslüman olmaya zorlamak.”
-Storia do Mogor’da Nicolao Manucci

Gayrimüslimlerin daha düşük statüsünün vurgulanması
Tutucu islamcıların çoğu (Ulema dahil) Cizye’yi Babür İmparatorluğu içinde uygulanması gereken temel bir önlem olarak gördü.
Dar-ül-İslam’ı (Müslümanlar ve şeriat tarafından yönetilen ülke) Dar-ül-Harb’den (Müslüman olmayanlar tarafından yönetilen ülke) ayıran zorunlu bir vergiydi. Onlara göre cizye, gayrimüslimlerin İslam devleti içindeki daha düşük statüsünü sembolize ediyordu. Bu vergi, Hinduların devlet içindeki yönetici Müslüman seçkinlere bağımlı olduklarını açıkça ortaya koyuyordu.
Hatta ulemanın bir kısmı cizyenin amacının gayrimüslimleri küçük düşürmek olduğuna bile inanmaktaydı. Bu vergi aynı zamanda bankacılar, tüccarlar gibi kent kökenli Hindu nüfusun bir kısmının taciz edilmesine ve kötü muamele görmesine neden oldu. Kent kökenli bu Hindu nüfus, vergiye karşı protesto gösterileri bile yaptı. Bu gösterilerin birisi başkent Delhi’de yapılmıştı.

Bu açıklama ulemadan bazılarını büyük ölçüde etkilemiş olsa da, Aurangzeb’in planladığının tam olarak bu olduğu sanılmıyor. Cizyeden sonra bile Hindu nüfusu, Babür ordusunun ve yönetiminin önemli bir parçası olmaya devam etti. Hatta yüksek mevkilerdeki Hinduların oranı fiilen arttı. Alemgir, gayrimüslimleri sadece dinlerinden dolayı Babür yönetiminden çıkarmadı, İmparatorluk içinde büyük bir güç halinde bulunmalarına izin verdi.
“Dünyevi işlerin dinle ne alakası var? Ulemanın, idari konulara bağnazlıkla karışmasına ne hakkı var? “Sizin dininiz size, benimki bana.” Eğer (sizin tarafınızdan önerilen) bu kural yerleşmiş olsaydı, tüm (Hindu) Rajaları ve onların takipçilerini yok etmek gerekirdi. Akıllı bir kişi, işinde başarılı olan bir memurun görevden alınmasını tasvip etmez.”
-Aurangzeb, din ve mezheplere dayalı görüşme taleplerini reddetmesi istendiğinde…

İmparatorluğun kötüleşmiş mali durumunu düzeltmek için
Aurangzeb tahta geçtiği dönemde Babür İmparatorluğu mali açıdan hiç de iyi durumda değildi. İmparatorluğun giderleri, Babür tahtının ilk on yılındaki gelirini çok aşmıştı. Cizye, boşalan bu hazineyi doldurmanın bir yolu olarak uygulamaya koyuldu.
Aurangzeb’in başlattığı ama bir savaştan çok yerel huzursuzluk yaratmaktan öteye gitmeyen çatışmaları ve yönetimin yozlaşmasıyla ekonomik durum daha da kötüleşti. Aurangzeb’in daha önce var olan ve daha çok gelir getiren bazı vergileri kaldırması da isabetsiz olmuştu. Aurangzeb bu mali dengesizliği çeşitli önlemlerle düzeltmeye çalıştı. Babür prenslerine ve kadınlarına verilen ödenek miktarlarında indirim yapılması gibi önlemler aldı. Ayrıca babası Şah Cihan’ın yaptırdığı Tac Mahal gibi büyük projelere yüksek miktarda kaynak ayırmaktan kaçındı.

Bu yıllarda imparatorluk içinde cizye olarak ne kadar para toplandığı konusunda kesin rakamlar yok. Bazı tahminler, 40–260 milyon Rupi arasında olduğunu söylüyor. Bu, belki de imparatorluğun toplam gelirinin yaklaşık yüzde 10-15’iydi. Bu gelir, devletin artan giderleriyle başa çıkmaya yardımcı olabilirdi.
Cizye ile toplanan para genel imparatorluk hazinesinin bir parçası olmadı. Khazana-i-Jizya (Cizye hazinesi) isimli özel bir fona gitti. Bu fon sadece hayır işleri için kullanılmak üzere ayrılmıştı. Buna Ulema, Sufi münzevileri, alimler, edebiyatçılar, dullar ve yetimlere verilen ödenekler dahildi. Yani cizye, hazineye doğrudan katkıda bulunmuyor ama gene de genel hazine üzerindeki baskıyı hafifletmeye yardımcı oluyordu.
“Sultanın (Aurangzeb) hazinesi, Shivaji, Afganlar ve Rajputlar ile yaptığı uzun ve zorlu savaşlar nedeniyle çok çabuk tükeniyordu.”
– 1680’de Bombay’daki Doğu Hindistan Şirketi Vali Yardımcısı

Ulemanın artan etkisi
Ulemanın rolünü anlamak için Babür İmparatorluğu içindeki gruplara kısaca bakalım.
Ulema, Babür İmparatorluğu içinde şeriat düzeninin kurulması gerektiğine kesin bir şekilde inanıyordu. Devletin, İslam’ın kanun ve ilkeleriyle yönetilmesi gerektiğini söylediler. Babür İmparatorunun ortaçağ anlamında gerçek bir İslam savunucusu gibi davranmasını bekliyorlardı.
Bu istek, şeriata aykırı herhangi bir uygulamaya karşı eyleme geçmeyi de içeriyordu. Devlet, putlara tapınmayı yasaklamanın yanı sıra gayrimüslimlere karşı sürekli bir savaş yürütmeliydi. Onlara göre Babür İmparatorluğu Müslümanların yönetici sınıf olduğu bir İslam devletiydi. Hindular ve diğer gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaştı.
Buna karşılık politik gerçekçi gruplar, pragmatizme ve devletin çıkarlarına odaklandı. Şeriat hakkında dogmatik yaklaşımlara karşı çıktılar. Şeriat yerine siyasi istikrarın yerleştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Politik gerçekçiler, Hindularla güç paylaşımı ve onların yönetime dahil edilmesi çağrısında bulundu. Gayrimüslimlere karşı taviz verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Ayrıca, devlet işlerine herhangi bir ruhban sınıfının karışmasına da karşı çıktılar.
“Majesteleri, dini yüceltmeye ve şeriat kanunlarına geçerlilik kazandırmaya meylettiği için, harcamaların tespitinde ve devletle ilgili bütün meselelerde olduğu kadar, her türlü gelir ve idari meselelerde şeriata aykırı olan her şeyi reddediyordu. Bu uğurlu anda, alimler, ilahiyatçılar ve evliyalar, onun inançlara olan saygısını göz önünde bulundurarak İmparator’a İslam dininin muhaliflerinden cizye vergisi alınmasının şeriata göre zorunlu olduğunu bildirdiler ve bunu teşvik ettiler.”
-Mirat-i-Ahmad’daki Ali Muhammed Han.

Ortodoks İslam, imparatorluğun ilk günlerinde Babür İmparatorluğu üzerinde büyük bir güce sahip değildi. Siyasi meseleler üzerindeki etkileri de sınırlıydı. Ortodoks İslam hukukunun şeriat statüsü, başka birçok devlette olduğu kadar önemli değildi ve devletin birincil yol gösterici ilkesi olarak da belirlenmedi. Timurlular bile dini yapıyı bir meşruiyet kaynağı olarak kullanmadılar.
Bu durum, Ekber döneminde daha da azaldı. Cihangir‘in saltanatı da aynı eğilimdeydi. Bununla birlikte, ortodoksi, Şah Cihan‘ın hükümdarlığı sırasında etki kazanmaya başladı.
Aurangzeb döneminde, ortodoksinin gücünde ve etkisinde bir yükseliş yaşandı. Ulema, daha dindar doğaya sahip olan Aurangzeb’den kendi gündemlerine hizmet etmesi konusunda yüksek beklentilere sahipti. Aurangzeb’in tahta çıkışı sırasında babası Şah Cihanın hapsedilmesi konusu geniş çapta eleştirildi. Babası sağken tahta çıkmış olmasının meşru olmadığı söylendi. Aurangzeb, yönetimini meşrulaştırmak konusunda destek bulmak için Ulema’ya yöneldi. Ulemanın desteği karşılığında bazı tavizler vermek zorunda kaldı. Böylece Aurangzeb’in hükümdarlığı sırasında ulemanın devlet üzerindeki etkisinin arttığını söyleyebiliriz.
“İmparatorluk Qazi’ye bağımlı hale geldi.”
– Aurangzeb’e yazdığı bir mektupta ulemanın artan etkisini eleştiren bir Babür asilzadesi

Din derslerine rüşvet
Ulema, mali konularda çoğunlukla devlete bağlıydı. Bağımsız bir gelir kaynağından yoksundu. Bu, devletin onlara öğrenimleri için kaynak sağlaması, medreseler, camiler açması anlamına geliyordu.
Babür İmparatorları ile sık sık ideolojik olarak çatışacak ve onlara sorun yaratacak olsalar da, Ulema devlet içinde önemliydi. İmparatorluk içindeki eğitim sistemi üzerinde neredeyse bir tekele sahiptiler ve aynı zamanda yargı/hukuk sistemine de aşırı derecede müdahil oldular. Alimlerin bir kısmı da devlet yönetiminde istihdam edilirdi.
Aurangzeb’in hükümdarlığı sırasında, dinsel sınıflar (Ulema dahil) mali açıdan pek iyi durumda değildi. Babür İmparatoru Ekber, arazi hibe sahiplerini (zamindar) yeniden organize etmiş ve Delhi Sultanlığı dönemine kıyasla etkilerini azaltmıştı. Bu sınıfların gerçek bir kişisel gelir kaynakları yoktu. İşsizlik de bu sınıf içinde artıyordu. Sufi azizlerinin torunları Şeyh Selim Çisti gibiler nesiller boyunca birçok kat çoğalmıştı. Ama artık yoksulluk içinde yaşıyorlardı.

Cizye’nin yeniden dayatılması ile cizye’den sorumlu yeni bir hükümet dairesi kuruldu. Kendi hazinesi ve Eminler’i olan bir yönetim oluşturuldu. Bu yeni yönetim, büyük ölçüde dini sınıflardan istihdam edildi. İşsiz üyelere iyi maaşlı pozisyonlar sağlandı. Ayrıca Cizye Hazinesi’nin büyük bir bölümü hibe sahiplerine ayrıldı. Din dersleri bunların önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. Dolayısıyla bu, servetin dinî sınıflara (Ulema, âlimler, Fakirler vb.) aktarılmasını sağlayan bir mekanizma işlevi gördü.
Cizye memurlarının bir kısmı cizyeyi tahsilat sırasında gayrimüslimleri taciz etmek ve zulmetmek için bir araç olarak kullanmışlardır. Ayrıca vadesi gelenlerden zorla yüksek vergiler toplamaya başladılar. Bu vergiyi Hindu nüfusundan büyük paralar sızdırmanın bir yolu olarak kullandılar. Ayrıca topladıkları verginin büyük bir kısmını kendilerine saklamaya başladılar. Niccolao Manucci, bazı Eminlerin toplanan Cizye’nin yarısından fazlasını ceplerine attıklarını bildirmişti. Bu vergi, dini sınıfları daha da zenginleştirip güçlendirdi.

Artan popülariteye karşı koymanın bir yolu
Aurangzeb, Babür tahtını ele geçirip babasını hapse attığından beri kötü tanınıyordu. Aslında yaptığı büyük bir tabuyu yıkmaktı. Ancak, İmparatorluğun içinde ve dışında babasına yaptığı bu zulüm nedeniyle birçok kişi onu tanımayı reddediyordu. Mekke Şerifi ve Babür İmparatorluğu’nun Baş Kadı’sı bunlar arasındaydı. Bunlara rağmen, Aurangzeb, saltanatının ilk dönemlerinde işleri tersine çevirmeyi ve gücünü pekiştirmeyi başardı.
Aurangzeb, saltanatının ikinci yarısında aldığı kararlar nedeniyle gözden düşmeye başladı. Deccan Sultanlıklarına karşı giriştiği topyekun savaş Hem Müslüman hem de gayrimüslim nüfus arasında olumsuz karşılandı. Ulema ve soyluların çoğu bu savaşa karşıydı. Qazi Şeyhülislam, bunun bir Cihat olduğu fetvasını vermeyi reddetti ve görevinden çekilmek zorunda kaldı. Başka bir Qazi’nin Deccan Sultanlıklarına barış teklif edilmesi önerisi de reddedildi.
Soylular, Deccan bölgesinin ilhakına da karşı çıktılar. Öte yandan savaşın kendisinin finanse edilmesi artık imkansız hale geliyordu. Savaş ortamı hazinenin büyük bir bölümünü tüketmişti. Savaş, on yıldan fazla süren uzun süreli bir çatışmaya dönüştü. Bölgede hiçbir zaman tam olarak kontrol kurulamadı. Toprağın kendisi savaşla harap olmuştu. Daha sonra kıtlık ortaya çıktı. Babür İmparatorluğu, savaşa büyük yatırım yaptıktan sonra kısa vadeli bir ekonomik kazanç elde edemedi.
İmparatorluk içinde başka sorunlar da vardı. Olumsuz mali durum, yaygın yolsuzluklar, bitmek bilmeyen çatışmalar, Afgan isyanı ve Rajput isyanı gibi.

Aurangzeb’in halkı arkasında toplayacak bir şeye ihtiyacı vardı. İslam ideali bunu sağlayabilirdi. Gayri müslim görüşlerin Rajput isyanı ve Maratha sorunları nedeniyle gücü azalmıştı. Daha önceki Müslüman hükümdarların, Müslümanları kendi lehlerine birleştirmek için Cihat ilan etmeleri yaygın bir davranıştı. Aurangzeb, belki de Cihat ilan etmek yerine cizye vergisini uygulamak ve böylece tüm farklı Müslüman grupları arkasında toplamak istemiş olabilir. Böylece ulemanın da desteğini kazanacaktı.
Ancak bu pek hesaplar çok da doğru çıkmadı. Cizye uygulamasına karşı çıkanlar sadece Hindular değildi. Aynı zamanda Müslüman soyluların geniş kesimleri Hindu nüfusunu yabancılaştıracağı ve Maratha davasına destek olacağı için bunun uzun dönemde istikrarsızlık yaratabileceğini gördüler.
“Şah Cihan haftada sadece bir gün sarayda halkın karşısına çıkardı, hakikate değer veren ve Tanrı’ya bağlılığı gözeten tutumu nedeniyle kimse şikayette bulunmazdı. Şimdi Aurangzeb günde iki kez halkın karşısına çıkıyor ve şikayet edenlerin sayısı sürekli artıyor.”
– Aurangzeb yönetiminin bir Hindu üyesi olan Bhimsen Saxena

Özet
Cizye vergisinin yeniden getirilmesinin arkasında birçok faktör vardır. Bunlar dini, ekonomik ve politik faktörlerdi. Bu verginin bir yüzyıldan fazla bir süre önce kaldırılmış olmasının ardından yeniden uygulanması birden çok faktörden kaynaklanmıştır.
Babür tarihçileri bu uygulamanın amacının İslam’ı ve ortodoks İslam hukukunu (Şeriat) teşvik etmek olduğunu belirtir. Babür İmparatorluğu’nu daha tutucu İslami değerlere getirmenin bir yolu olarak kullandılar.
Çağdaş kaynaklar tarafından belirtilen bazı önemli nedenler şunlardı:
• İslam’ı yaymak ve İslam hukukunu yerleştirmek
• Yoksul Hinduların İslam’a geçmesini sağlamak
• İmparatorluk içindeki gayrimüslimlerin statüsünün düşürmek
• İmparatorluğun kötü mali durumunu telafi etmek
• Ulemanın etkinliğini arttırmak
Tüm bu faktörler, cizye vergisinin yeniden getirilmesi kararını dolaylı veya doğrudan etkiledi. Ancak, Aurangzeb’in saltanatının ilk yirmi yılında bunu yapmadıktan sonra neden bu vergiyi uygulamaya başladığını açıklayamıyor. Cizye vergisi esas olarak ulemanın desteğini kazanmak amacıyla verilmiş bir rüşvet işlevi görüyordu. Aurangzeb muhtemelen cizyenin kendisini tüm Müslüman grupların desteğini arkasına almak için bir araç olarak kullanmayı umuyordu.