Ekber laik bir sultan mıydı, yoksa bir dini fanatik miydi? Ekber, zaman zaman İslam’a karşı durmuş bir imparator gibi algılanır. Bunun nedenleri arasında Ekber’in en gözde eşinin bir Hindu olması, İmparatorluk sarayında Hinduların dini uygulamalarına fazlaca hoşgörü göstermesi, Hindulara uygulanan vergilerin hafifletilmesi, bunların sonucunda Müslümanların kendilerini ikinci plana itilmiş hissetmeleri sayılabilir.
Ekberin dini tutumu ve niteliği
Ekber bir Müslümandı. Hükümdarlığının ilk dönemlerinde Müslüman din adamları Ekber’i büyük ölçüde etkiledi. Ekber o zamanlar katı bir Sünni Müslüman tutumu içindeydi. Yaşı ilerledikçe İslam’a alışılmışın dışında bir bakış açısı geliştirdi. 1570’lerde Sufi mistisizminin öğretilerinden etkilenmeye başladı ve bu da devletin din yorumunu değiştirdi.
“Tüm insanlığın altıda beşi ya kâfir ya da Hindu değil mi? Eğer sizin sahip olduğunuza benzer güdülerle hareket etseydim, bana hepsini yok etmekten başka ne çare kalırdı?”
-Ekber

Laik devlet ilkesi
Laiklik, o zamanlar dünyanın çoğu yerinde bilinmiyordu. Özellikle İslam dünyasında hiç bilinmiyordu. O dönemde çoğu devlet, din kurumunu himayesi altında tutardı. Babür İmparatorluğu da buna uydu ve hiçbir zaman seküler bir devlet olmadı. Ekber, kendisini Padişah-ı İslam (İslam İmparatoru) ve Emir ül-Müminin (Sadıkların Komutanı) olarak kabul etmiş ve başkentini halifeliğin merkezi olarak duyurmuştu. Babür İmparatorluğu’nun hukuki yapısı da Sünni – Hanefi hukuk anlayışına dayanıyordu. Babür İmparatorluğu ayrıca camiler ve medreseler inşa ederek İslam’ın yayılmasına hizmet etmişti. Bunun yanı sıra çeşitli İslam alimlerini ve Sufi azizlerini de himaye etmişti.
Babür İmparatorluğu’nun laik bir devlet yapısına sahip olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Din kurumu (bu durumda cami) ile devlet arasında hiç bir ayrım yoktu. Toplum içindeki dini yapılar Babür yönetiminin kollarından biriydi. Babür devleti, din işlerine aktif olarak karışırdı. Ekber, devletin başı olarak Halife ya da Padişah-ı İslam’dı. Böylece hem devletin hem de dinin yöneticisi durumundaydı ve hem devlet hem de din konularında ferman çıkartabiliyordu. Dolayısıyla Ekber, laik nitelikli bir sultan değildi.
“Din ve devletin ayrılması, dini örgütler ve devlet arasındaki ilişkide siyasi mesafeyi tanımlamak için kullanılan felsefi ve hukuki bir kavramdır. Kavramsal olarak bu terim, laik bir devletin (yasal olarak açık bir kilise-devlet ayrımı olsun ya da olmasın) kurulmasını ve din ile devlet arasındaki mevcut ilişkinin ortadan kaldırılmasını ifade eder.”
-Laik bir devletin oluşumunun tanımı – Wikipedia
Bunlara karşılık, Ekber dini bir fanatik de değildi. Ekber’in saltanatının ilk dönemleri olan 1556 – 1570 yılları arasında tutucu din adamlarının etkisi altında kaldığı doğrudur. Dini hoşgörüsüzlüğün bir işareti olarak kabul edilen olayların çoğu saltanatının bu döneminde yaşanmıştı. Chittorgarh Kuşatması sonrasında halkın genelinin katledilmesi olayı gibi. Bu olayda, savunucular direniş gösterdikleri ve Mughal ordusunu pahalıya mal olan bir kuşatmaya zorladığı için halk cezalandırılmak istenmişti.

Ekber ve mistisizm
Ekber 1570’lerden itibaren Sufi mistisizminin öğretilerinden daha fazla etkilenmeye başladı. Mevlana (Rumi) ve Hafız-ı Şirazi gibi Sufi mistikleri o dönemde İslam toplumunu büyük ölçüde etkiliyordu. Ekber ayrıca Ebu’l Fazl ve Birbal gibi güvendiği danışmanlarından ve onların ideallerinden de etkileniyordu. Tüm bunlar da devletin dini yorumlayışını ve politikalarını etkiledi.
Babürlülerin o dönemdeki siyaset felsefesi Timurluların geleneklerinden etkilenmişti. Dini görüşlerin etkisi altındaki siyasi felsefeler ve Sufi mistisizminin öğretileri, devlet politikası haline gelen Sulh-ı Küll (Herkesle Barış) ilkesi altındaki Babürlü felsefesinin doğmasına yardımcı oldu. Bu, Babür İmparatorluğu’nun zamanın en hoşgörülü imparatorluklarından birine dönüşmesini sağladı. Böylece dini ve kültürel çoğulculuğa sahip bir devlet ve toplum yapısı ortaya çıktı.

Sonuç
Ekber’in ne laik olduğu ne de dini açıdan fanatik bir hükümdar olduğu söylenemez. Onun hükümdarlığı sırasında cami ve devlet ayrımı yoktu. Devlet din işlerine aktif olarak karışıyordu. Ekber’in kendisi hem devletin hem de dini meselelerin başı olarak görev yaptı. Babür İmparatorluğu’nun laik bir devlet olduğu da söylenemez. Bir İslam devletiydi, ancak imparatorluk içinde var olan hem kültürel hem de dini çoğulculuğu teşvik eden bir devletti.
Bu durum, en açık şekilde İbadat Khana‘da (İbadet Evi) farklı dinlerin temsilcileri arasında yapılan dini tartışmalarda, ya da farklı dini grupların duygularını incitmemek için çıkarılan “inek kesiminin yasaklanması” gibi yasalarda görülüyordu.
Ekber dini açıdan fanatik bir hükümdar değildi. Babür İmparatorluğu o dönemde dünyanın en hoşgörülü imparatorluklarından biriydi. Bu, Nasırüddin Tusi’nin hoşgörülü hümanizminin ve Sufi mistisizminin Hindistan’da mevcut olan panteizm versiyonunu da içeren öğretilerinin etkisinin bir sonucuydu. Tüm bunlar Ekber’in Sulh-ı Küll (Herkesle Barış) siyasi felsefesini doğurdu.







