İngilizler ne çaldı?
Hindistanda insanlar “İngilizler altınımızı yağmaladı” derken, aslında paralarını (o dönemde para birimi altın olduğu için) çaldıkları ve halkı fakirleştirdikleri anlamına geliyor. Hindistan’da “mutlak yoksulluk” hiçbir zaman yaşanmamıştı, bu kavram sadece İngiliz Yönetimi sırasında ortaya çıktı. İngilizler ne çaldı sorusunun cevabı burada.

Hindistanda yoksulluğun kökenleri
İngilizler, Hindistan’a ilk geldiklerinde sadece tüccardılar. Hindistan’ın baharattan kumaşa ve değerli taşlara kadar çok çeşitli ürünleriyle ilgilenerek bunları satın almaya ve İngiltere’ye ihraç etmeye başladılar. Ancak zamanla birikmiş paralarını kaybetmekten endişe duydular ve ayrıca Hint sultanlarının aileleri içinde kendilerine düşman olan kişilerin var olduğunun farkına vardılar.
Böylece, meşhur ‘böl ve yönet’ yöntemini kullanarak, 1760 yılında Plassey ve Buxar Savaşlarından sonra ilk kez Bengal bölgesini işgal ettiler. Ardından, yönetime kukla bir Nawab (Mihrace) atadılar. Böylece köyler üzerinde Zamindar (köy ağası) haklarını elde ettiler ve Hint ürünlerini halktan doğrudan satın almaya yetecek kadar gelirleri oldu. Böylece Hindistan’ın tüm kaynakları, Hindistan’a hiç bir yatırım yapılmasına gerek olmadan İngiltere’ye akmaya başladı.

İngiliz yönetimi yerel zamindarların ve köylülerin haklarını ve isteklerini karşılayan çeşitli politikalar uygulamaya koydular. Ancak bunları uygulamak için benimsedikleri yöntemler hiç de adil değildi. Tüm ziraatçıları ve zanaatkârları mallarını şirkete çok ucuza satmaya zorladılar. Böylece Bengal ekonomisi derin bir krizle karşı karşıya kaldı.
1770 yılında, nüfusun üçte birini yok eden korkunç Bengal Kıtlığı meydana geldi. Bu dönemde ölen kişilerin sayısı Hitler’in öldürdüğü Yahudilerin sayısından daha fazlaydı. Bu, Hindistan’daki ilk yoksulluk olayı oldu. Hindistan’da kıtlık ve yoksulluk açıkça sadece İngiliz işgalinden sonra ortaya çıkmıştır. İngilizlerden önce, köylüler ve zamindarlar ekip biçiyor ve karşılıklı olarak kazanç elde ediyorlardı. Herkesin yeterli yiyeceği ve uygun bir yaşam standardı vardı. Ancak İngilizlere karşı sürekli kaybeden durumunda kaldılar. Sürekli gelir talep eden İngiliz baskısı altında eşyalarını ve evlerini zamindarlara satmak zorunda kaldılar. Zamindarlar bile yeterli vergi toplayamadıkları için mülklerini başkalarına satmak zorunda kalıyordu.
Benzer durumlar Madras, Bombay gibi başka yerlerde de ortaya çıkmaya başladı.

İndigo – Çivit mavisi
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, İngilizler Hindistan topraklarının sadece gelir getirmeyeceğini, aynı zamanda doğrudan Avrupa’nın istediği ürünleri de yetiştirebileceğini düşünüyorlardı.
Bu ürünlerden biri, sanayileşmeden sonra İngiltere’de çok talep gören ve kumaşa mükemmel ve zengin bir mavi renk veren İndigo – Çivit bitkisiydi. Ancak bu bitki, İngiltere’de yetişmiyor sadece Hindistan gibi tropikal yerlerde yetişiyordu.
1810 yılında, İngiltere tarafından kullanılan İndigo’nun %95’i Hindistan’dan ithal ediliyor olmuştu. Şirket, daha fazla çivit üretebilmek için insanları kendi topraklarında pirinç yerine çivit ekmeye zorladı. Çivit, sadece çiftçilerin pirinç yetiştirmek için ayırdıkları yüksek verimli topraklarda yetişiyordu. İngilizler köylüleri en verimli topraklarda çivit (İndigo) yetiştirmeye zorladı. Ayrıca İndigo’nun kökleri çok derine gidiyordu ve toprağın tüm kaynaklarını tüketiyordu, dolayısıyla İndigo bir kez ekildikten sonra toprak fakirleşiyor ve gıda ürünlerinden verim alınamıyordu.
Verimli toprakların çoğu İndigo ekimi sonucunda çoraklaştı. Ayrıca İngilizlerin yatırım için verdiği krediler de geçimlerini sağlamak için yetersizdi ve tüm bunlar 1859 yılında İNDİGO İSYANI olarak adlandırılan ayaklanmaları ortaya çıkarttı.

Daha sonra, İngiltere’de sentetik boyalar kullanılmaya başlandı ve bu nedenle 1859’dan sonra çivit ekimi durduruldu. Sonuçta yoksullaşan milyonlarca insan tamamen işsiz kaldı. Çiftçilerden yeterince vergi toplayamayan toprak ağaları ve zamindarlar bile fakirleşti.
Yoksullukla baş başa kalan halk
İngilizler giderek ülkenin doğrudan kontrolünü ele geçirdiler. Artık sözde kukla yöneticilere de ihtiyaçları kalmamıştı. Halk da o Newabların kukla olduklarını fark etmişti. İngilizler, “Neden kendimiz Newab olmayalım?” diye düşündüler. Her sivil, gelirinin bir kısmını Doğu Hindistan Şirketi’ne bağışlamak zorunda bırakıldı. Sultanlar da hükümdarlıklarında böyle davranmak zorundaydı, ancak Hint Sultanları para politikalarını bulundukları bölgenin ekonomik durumuna göre düzenli olarak revize ediyorlardı ve dahası, topladıkları para nihayetinde kendi kamu yararları için kullanılıyordu. İngilizler Hindistanda Newab olduktan sonra böyle davranmadılar.
Vergilerin adaletsiz alınması ve aşırı yüksekliği nedeniyle siviller fakirleşti ve sokaklarda yaşamak zorunda kaldı. 1857’de olduğu gibi isyanlar başladığında, insanlar şirkete meydan okumak için kendi ürünlerini yaktılar. Bu yüzden acımasızca dövüldüler ve birçok Hintli aile sokaklarda yaşar oldu.
Tüm para ve varlıklar Şirket’e ve ordusuna gitti.

İsyandan sonra
1857 isyanından sonra, İngiliz hükümeti Hindistan’ı yönetme sorumluluğunu doğrudan üstlenmeye karar verdi. Nevab’lara İngiltere Kraliçesi adına toprakları ellerinde tutmalarına izin verildi. İngilizler isyanı başlatanların Müslümanlar olduğuna inandıkları için birçok Müslümanın servetine ve topraklarına tekrar el koymaya başladı. Sonuçta halk daha çok fakirleştirildi.
Hindistan 1947’de bağımsızlığını kazandığında yoksulluk çok yaygındı. Bunun tek nedeni ise İngiliz dönemiydi. Bu da İngilizlerin Hindistanı yağmaladığı anlamına gelmektedir.
