Bölünme (Partition)
2. Dünya savaşının bitmesiyle Hindistan’ın bağımsızlığına kavuşması kesinleşti. Fakat bu nasıl olacaktı? Kongre Partisi, Müslüman Birliği’ni tanımayı reddetmiş ve bağımsız Pakistan devletini kurma önerisini de kabul etmemişti. Müslüman Birliğinin lideri Muhammed Ali Cinnah, ülkedeki umutsuz Müslüman azınlığı temsil ederken, Kongre Partisi’nin başında bulunan Mahatma Gandi ise Hindu çoğunluğun görüşlerini yansıtıyordu. Ancak Gandi’nin politik liderlik gücü de giderek azalmaktaydı.
Cinnah’ın tutumu
Cinnah, “Hindistan ya ikiye bölünür ya da tamamen yok olur.” diyerek uzlaşmaz bir tutum içine girmişti. Böylesine kesin bir görüşün ortaya atılmasıyla Kongre Partisi’nin ve İngilizlerin yapacak birşeyleri kalmadı. 1946 yılının başlarında her iki gruptan yüzlerce insan öldürülüyor, karşılıklı katliamlara girişiliyor ve ülke hızla bir iç savaşa sürükleniyordu. İslam Birliği’nin 1946 Ağustos’unu ‘Doğrudan Eylem Günü’ ilan edişiyle Müslümanlar Kalküta’da Hindulara yönelik bir kitle katliamı yaptı. Hemen arkasından Hindular da Müslümanlara karşı öç alma hareketlerine giriştiler. 1947’de olayları durduramayacaklarını anlayan İngilizler, ülkeden ayrılmaya karar verdi. Haziran 1948’de Hindistan, bağımsızlığına kavuştu.
Gandi’nin tutumu
Pencap ve Bengal bölgelerindeki kanlı çatışmalara rağmen Gandi, bir iç savaş tehlikesini de göze alarak bölünmeye karşı çıkıyordu. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi bir ülkeyi iki parçaya bölmek çok zor bir işti. Bazı bölgelerde Hindu veya Müslüman çoğunluğunun varlığından söz edilebilirdi. Ancak hemen yakındaki bir başka yerde nüfusu eşit olan ya da geniş bir alandaki ezici bir çoğunluğun ortasında bir ada gibi kalan yerlerin nasıl bölüşüleceği belli değildi.
Bütün Müslümanların, Hinduların bulunduğu bölgelerden tamamen ayrılmasının imkânsızlığını gösteren acı gerçek; Hindistan’ın kendi içinden Pakistan gibi müslüman bir ülke çıkardıktan sonra bile hala dünyanın en geniş ikinci müslüman nüfusu barındırıyor olmasıdır. Sadece Endonezya Hindistan’dan daha büyük bir müslüman nüfusa sahiptir. Hindistan, bu konuda bütün Arap ülkelerini ve Türkiye ile İran’ı bile geride bırakmıştır.
Daha ilginci, bölünme ile birlikte ortaya çıkmış olan Pakistan devletinin doğuda ve batıda iki ayrı bölgeye yerleşmiş, arasında binlerce kilometre uzaklığı olan garip bir yapıda olmasıydı. Bu gariplik, 25 yıl sonra Doğu Pakistan’ın Bengaldeş’e dönüşmesiyle ortadan kalkabilmiştir.
Öteki problemler ise ancak bölünme ortaya çıktıktan sonra yaşanmaya başlanmıştır. Örneğin, Pakistan devleti ilk kurulduğunda, hükümet işlerini yürütecek yeterli sayıda eleman bulamamıştır. Hindistan ile beraberken bu tip büro işleri Müslümanların tercih etmedikleri meslekler arasındaydı ve genellikle Hindular tarafından yürütülmüştü. Borç para alıp verme gibi ekonomik işler de Hinduların işiydi. Bu tür işleri yürütecek yetişmiş insan gücü bulmak, yeni kurulan Pakistan devletinin en önemli sorunlarından biri oldu.
Bölünmede İngiliz’lerin Tutumu
Son genel vali olan Lord Mountbatten, 14 Ağustos 1947’den itibaren Hindistan’ın bağımsız olduğunu; ancak ikiye bölündüğünü ilan etti. Bu duyurudan sonra, iki toplumun liderleri arasında bölünme hattının geçeceği yer hakkında sonu gelmeyen tartışmalar başladı. Bu konuda anlaşmaya varılması en zor olan yerler Bengal ve Pencap bölgeleri oldu.

Çatışmalar
Pencap’ta toplumlar arası mücadele çok kanlı boyutlara ulaştı. Burası, ülkenin en verimli topraklarının bulunduğu bir bölgedir. Pencap’ta Müslümanlar % 55, Hindular % 30 oranındaydı. Aynı zamanda Sih dininin merkezinin burada olması ve Sih nüfusun da çok kalabalık olması bu bölge üzerinde anlaşma yapmayı çok zorlaştırmıştır. Sonuçta, tüm Hindistan’da Müslümanlar kuzeye (Pakistan’a) doğru; Pakistan sınırları içinde kalan Hindu ve Sihler de Hindistan’a doğru göç etmeye başlamışlardır. Pencap’ta sınır, bölgenin en önemli iki merkezinin arasından geçirilmiş ve Amritsar, Hindistan’da kalırken Lahore, Pakistan’ın olmuştur.
İnsanlık tarihinin belki de en korkunç kitle çatışmaları burada yaşanmıştır. Trenler dolusu insan yer değiştirirken karşı grubun bölgesinden geçmek zorunda kalmış ve her iki taraf kanlı saldırılarla öç almaya çalışmıştır. Güvenliği sağlamaya çalışan ordu birlikleri, çoğunlukla kendi din yandaşlarının tarafını tutarak katliamlara katılmış, bu da her iki tarafın kinini arttırmıştır. Bu dönemde Pencap’ta 10 milyon kadar insanın yer değiştirmiş olduğu, buna karşılık 250 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Tüm Hindistan’daki kayıpların 500 bin olduğu ve Bengaldeş’tekilerle birlikte bu sayının 1 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir.
Din kavgalarının en son trajedisi, bölünmeyi ve sonrasında gelen katliamları içine sindiremeyen bir Hindu fanatiğin 30 Ocak 1948’de Mahatma Gandi’yi öldürmesi olmuştur.
