Timurlular kendilerini Çağatay Türkü olarak görürler. Ancak Moğol soyuna bağlı Barlas boyundan oldukları için Barlas Kabilesi Türk müdür diye sorgulanması veya Türk’ten çok Moğol mu sayılmaları gerekir?
Timurlu Hanedanlığı
Timurlu ya da Gürkanlı Hanedanı 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar yönetici bir elit olarak varlığını sürdürmüştür. Hanedanlık, bu 500 yıl boyunca büyük bir değişim ve evrim geçirmiştir. Buna kimlik, diller ve kültür de dahildir.
“Cihangir Şah, kendini İslami bir sultan, yardımsever, hoşgörülü, adalet ve hayırseverlik dağıtan biri olarak görüyordu. Türk imparatorluk kurucuları ve devlet adamları soyu aracılığıyla efsanevi tanrıça Alan Gua’nın soyundan gelen bir Timurlu hükümdarıydı. Aynı zamanda Rajput bir anneden doğmuş ve Hindu tapınaklarının bulunduğu bir sarayda büyümüş bir Hint imparatoruydu.”
-
Lisa Balabanlılar – Babürlülerin Karmaşık Kimliği Üzerine
Babürlüler genellikle Timur ve Cengiz Han ile aynı yerde değerlendirilir çünkü her ikisiyle de yakın ilişkileri vardı. Babürlüler de hem Timur hem de Cengiz Han ile olan bağlantılarına büyük önem vermişlerdir.
Çağatay Ulus
Ulus Çağatay ya da Batı Çağatay Hanlığı, göçebe Türk-Moğol kabilelerinden, yerleşik halktan ve Hindukuş ve Bedekşan’ın dağlık bölgelerinde yaşayan halklardan oluşan gevşek temelli bir konfederasyondu. Ancak Çağatay Ulusun yönetici eliti Türk-Moğol kabileleriydi.
Bu yönetici göçebe elit, Çağataylılar olarak anılıyordu. Bu kimlik, kültürel, dini ve dilsel kimlik açısından da böyleydi ve Babüristan’ınkinden (Doğu Çağatay Hanlığı) oldukça farklıydı. Bu fark, Çağataylıların Babüristan’a karşı isyanında açıkça ortaya çıktı. Gelenekçi doğulu kuzenlerinin aksine Çağataylılar, yerleşik (İranlı) ve göçebe (Türk) Müslüman nüfusla iyi bir ilişki içindeydi.
Çağatay Hanlığı’nın merkezinde dört Türk-Moğol kabilesi yer alırdı. Bunlar Barlas, Arlat, Celayir ve Suldus kabileleriydi. Ayrıca, Ulus’a daha yeni katılan göçebeler vardı.
“Göçebe yönetici sınıf, Temür’ün kariyeri boyunca ve sonrasında da devam eden Ulus Çağatay ile güçlü bir özdeşleşme sürdürdü. Hem Timurlu tarihleri hem de yabancı gözlemciler tarafından “Çağataylar” olarak anıldılar. Bu kimlik aynı zamanda dilsel, siyasi ve kültürel bir kimlikti ve ortak gelenekler ile ortak tarihsel deneyimler üzerine inşa edilmişti.”
-The Rise and Rule of Tamerlane – Beatrice Forbes Manz
Barlas Kabilesi Türk müdür
Barlas kabilesi/boyu, aslen bir Moğol kabilesiydi. Borjigin kabilesine benzer şekilde Barlas kabilesi de Khamag Moğol konfederasyonunun bir parçasıydı. Her iki kabilenin yönetici elitleri ortak bir soydan geldiklerini ve efsanevi Alan Gua’nın torunları olduklarını iddia ediyorlardı. Barlas kabilesi aynı zamanda Cengiz Han’ın en eski destekçilerinden biriydi.
Karaşar Barlas, Karaşar Noyan ve Barlas kabilesi, Cengiz Han tarafından ikinci oğlu Çağatay Han’a verildi. Bu dönemde Barlas kabilesi Maveraünnehir’deki Keş bölgesine yerleşmişti. Timur’un doğumu sırasında bile kabilenin kontrol ettiği bölge, Çağatay Ulusun içindeydi.
Moğolların Çöküşü
Barlas kabilesi, imparatorluk içindeki diğer Moğol kabileleri gibi, 13. yüzyılın ortalarında Moğol İmparatorluğu’nun parçalanmasının ardından bir asimilasyon sürecinden geçmeye başladı. Moğol Hanlıkları kendilerini yerel halklara ve koşullara adapte etmeye başladı. Barlas kabilesi için bu durum, kabilenin Maveraünnehir’deki Türklerin yerel kültürüne asimile olmasıyla sonuçlandı. Bu asimilasyon aynı zamanda İslam’a geçişi, yerel Türk dilinin ve kültürünün benimsenmesini de içeriyordu.
Ancak iş yönetmeye veya yönetilmeye geldiğinde, Cengizli düzeni ve yasası (Yassa) üstün geldi. Bu durum, Türk-Moğol olarak adlandırılabilecek yeni bir kültürün oluşmasıyla sonuçlandı.
Aşiretin niteliği
Barlas aşireti özünde bir aşiret reisi ya da Bey’den oluşuyordu. Barlaslar içinde beş farklı yönetici aile ya da soyun varlığından bahsedilmektedir. Bunların hepsi de soylarını kabilenin ilk lideri olan Karaçar Barlas’a dayandırır.
Bey’den sonra, yönetici aristokrasiyle yakından ilişkili olan ve kabilenin çekirdeğini oluşturan bir kabile üyeleri topluluğu vardı. Ulugh Ming (Büyük Bin), bizzat Bey’in komutası altında olan bin kişilik bir birlikti. Barlas aşiretin on yıllar boyunca Maveraünnehir’deki Türklerin birçoğunu kendi saflarına katmıştır.
Ulus Çağatay (ve diğer benzer Moğol Hanlıkları) kabilelerinin sıklıkla Türk-Moğol olarak anılmasının nedeni budur. Çağdaş kaynaklar genellikle Çağataylardan ve onların bir uzantısı olarak Timur’dan Türk ya da Moğol demek yerine Tatar olarak bahseder. Tatar terimi, hem Moğolların hem de Türklerin etkisini barındıran Moğol kökenli göçebelere atıfta bulunuyor gibi görünmektedir. Gerçi Çağataylar da (Timur dahil) bazen hem Türk hem de Moğol olarak anılmaktadır.
“Barlas Ulus denilen Tatar kabilesi”
-Gelibolulu Mustafa Ali (bir Osmanlı tarihçisi) “Füsül-i Hall u Akd Ve Usul-i Harc u Nakd”
Etnik köken fikri
Etnik milliyetçilik fikri oldukça yeni bir kavramdır ve 19. ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bu fikir, Ortaçağ dünyasında çok az anlam ifade ederdi. Bu dönemde Din, kabileler ve soy gibi faktörler çok daha büyük bir rol oynardı. Devletler feodalizm çizgisinde inşa edilirdi. Bu dönemde etnik milliyetçilik önemli bir konu değildi. Kişilerin kimlik algılarının merkezinde de değildi. Etnisitenin bir kimlik olarak var olduğu, ancak hayal ettiğimiz biçimde olmadığı bir dönemdi. Her kabilenin (veya alt kabilenin) kendi çıkarına en uygun şekilde hareket etmesi yaygındı. Aynı etnik kökenden gelen diğer kabileleri nasıl etkileyeceğine bakılmazdı.
Ortaçağda bir grubun zaman içinde bir grup kimliğinden diğerine geçmesi alışılmadık bir durum değildi. Tarih, kimliklerin sürekli evrimine tanıklık etmiştir. Yeni bir kültür ve dili benimseyen herhangi bir grup başka bir kimlik altına girebilirdi. Artık eski gruba ait değil, tamamen farklı bir gruba ait olunurdu.
Anadolu’nun Türkleşmesi buna iyi bir örnektir. Göç eden Türkler yüzyıllar boyunca Anadolu’nun yerli halkıyla karışmış ve onları Türk kimliği içinde asimile etmiştir. Büyük insan gruplarının Arap kimliği içinde asimile edilmesi de buna bir başka örnektir. Bu durumlarda Arap ya da Türk olmak, soy ya da genetiğe bağlı değildir. Hatta fenotipik görüşe bile bağlı değildir. Örneğin Anadolu’dan gelen bir Türk, Kazakistan’dan gelen bir Kazak’tan görünüş olarak oldukça farklı olacaktır. Benzer şekilde Fas’tan gelen bir Arap, Irak’tan gelen bir Arap’tan görünüş olarak farklı olacaktır. Yine de, benzer geniş bir etnik-dilsel grup altında yer alacaklardır. Bunlar sırasıyla Türk veya Arap’tır.
Benzer şekilde, Timurluların (ve Barlas aşiretinin) kimliği de yüzyıllar içinde değişmiştir. Barlas aşireti ve onun beyi Karaçar Noyan, etnik olarak Moğol’du. Ancak Barlas ve yönetici eliti 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir Türkleşme sürecine girmiştir. Çağatay Ulusları döneminde Barlas aşireti Çağatay Ulusunun diğer kabileleri gibi Türk-Moğol olarak adlandırılabilir. Timurluların kimliğinde Türk-Moğol kimliğinden Türk-Pers kimliğine doğru bir evrimleşme daha görüyoruz. Gördüğümüz son evrim ise Babür İmparatorluğu’nun son döneminde, Hint kültürünün etkisinde kalarak kimliğinin Türk – Hint niteliğine geçmesinde görmeye başladığımız zamandır.
“Türk” ve “Moğol” terimleri
Türk halkı veya Türkler çok çeşitli ve geniş bir etnik-dilsel gruptur. Yüzyıllar boyunca Türk kimliği içinde asimile olmuş insanlardan oluşur.
Ortaçağda “Türk” terimi Doğu Asya’da ve İslam dünyasında farklı anlamlara geliyordu. Örneğin Çinli tarihçiler bu terimi Müslüman tarihçilerden çok daha farklı bir bağlamda kullanırlardı.
Ortaçağ İslam kayıtları “Türk” teriminin ikili bir anlamı vardı. Etnolojik anlamda Türkçe konuşan insan gruplarına atıfta bulunmak için kullanılabilirdi. Bu tanım bizim modern tanımımıza benziyordu. İkinci ve daha yaygın olan tanım ise sosyolojik anlamdaydı. Orta Asya, İç Asya ve kuzey bozkırlarındaki göçebe grubun bir Türk dili konuşup konuşmadığına bakılmaksızın tüm göçebeleri ifade etmek için kullanılan geniş bir terimdi. Bu, Orta Asya’nın yerleşik nüfusuna atıfta bulunan “Tacik” terimine karşı kullanılıyordu. Bu durum genellikle İranlı ve Moğol göçebelerin Ortaçağ İslam kayıtlarında Türk olarak anılmasıyla sonuçlanırdı.
Müslüman vakanüvislerin Moğollardan ve hatta Cengizli yönetici elitinden Türk olarak bahsetmesi çok yaygındı. Moğollardan genellikle Türklerin (göçebelerin) bir boyu olarak bahsedilir. Uluğ Bey Mirza’nın kendisi de bazen Moğollardan Türk olarak bahseder.
“Moğolların ya da onların Orta Asya’daki Türkleşmiş torunlarının kendilerini tanımlamak için Türk kelimesini kullanmaları, Moğol kimliklerinin korunmasıyla uyumluydu. Moğol İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Moğol Ulusları ya da halkları birkaç farklı isim almış olsa da, Moğol terimi Orta Asya kaynaklarında Türkleşmiş Moğol elitlerinin ve atalarının kimliğini ifade eden bir terim olarak kullanılmaya devam etmiştir.”
-The Historical Meaning of the Term Turk and the Nature of the Turkic Identity of the Chinggisid and Timurid Elites in Post-Mongol Central Asia by Joo-Yup Lee
Timur, Türk – Moğol mu Türko-Moğol mu?
“Türk” terimi Moğolları da kapsayacak şekilde geniş bir terim olarak kullanılabilse de, Ortaçağ İslam kayıtlarında “Babür” (Moğol) terimi sıklıkla kullanılırdı. “Tatar” terimi özellikle Orta Asya’daki Moğol kökenli Türkleşmiş göçebelere atıfta bulunurken kullanılırdı. Çağdaş kaynaklar Timur’dan bahsederken Türk teriminden çok Moğol veya Tatar terimlerini kullanmaktadır. Bu, Türk teriminin de kullanılmadığı anlamına gelmez.
“Başını kaldır, Tatarların gücüyle küçülen ülken İran’ın durumuna bak.”
-Şerafeddin Ali Yezdi “Zafarnama” da,
Cengizli ve Timurlu soyağacı üzerine bir kitap olan Mu’izz al-Ensab, Timur’u Moğol kökenli olarak tanımlar. On beşinci yüzyıl Timurlu tarihçileri Timur’u Moğollarla ilişkilendirir. Muhammed Khwandamir, Timur’dan bahsederken “Moğol komutanlar her zaman atalarının şeceresini korumuşlardır” demiştir. Ahmed ibn Arabşah ve Şerafeddin Ali Yezdi de Timur’un kendisini Moğol ya da Tatar kimliğiyle ilişkilendirdiğini öne sürmektedir.
“Senin orduların sayısızdır; öyle olsun; ama benim sağlam ve yenilmez Yeniçerilerimin palaları ve savaş baltaları karşısında uçan Tatar’ın okları nedir ki?”
-Sultan Bayezid’den Timur’a
“Geçen yıl, Tatarlar, kralları Timur ile birlikte Küçük Asya ve Irak’tan Şam’a doğru yürüdüklerinde, Halep, Hama, Hums ve Baalbek’i fethedip hepsini harap ettiklerinde, Sultan’ın maiyetinde Şam’a gittim…”
-İbn Haldun Mağrib Sultanı’na yazdığı bir mektupta
Timurlu olmayan çağdaş anlatılar Timur’u çoğunlukla bir Moğol (Babür) ya da Türk-Moğol (Tatar) olarak kabul etmiş görünmektedir. Ruy González de Clavijo genellikle Çağataylılar veya Çağatay Tatarları olarak bahseder. İbn Haldun, “Kitab al-Ibar” (Dersler Kitabı) adlı kitabında Timur’dan “Babür ve Tatar Sultanı” olarak bahseder. Osmanlı tarihçileri de Timur’dan Tatar olarak bahsederler. Ermeni din adamı / tarihçi Metsoflu Thomas’ın ve tarihçi İbn Tağri Birdi’nin ikisi de Timur’a atıfta bulunurken “Tatar” terimini kullanıyor.
“Hülagü Tatarları, Cengiz Han Tatarları, Timur Tatarları ve Toktamış Han Tatarları Kırım’a gelip saldırıp yağmaladıktan sonra gittiler…”
–Evliya Çelebi “Seyahatname”de.
14. yüzyılda Orta Asya’da Türkler ve Moğollar arasındaki çizgi son derece bulanıktı. Türk ya da Moğol’un ne olduğuna ve bu ikisinin nasıl ayırt edileceğine dair net bir tanım yoktu. Çağatay Ulusunun yönetici eliti Timur doğduğunda Türkleşmiş durumdaydı. Bu dönemde Çağataylılar, Barlaslar da dahil olmak üzere, Maveraünnehir’in yerel Türk kültürüne asimile olmuşlardı.
Barlas kabilesi artık Moğol dilini konuşmuyordu. Bunun yerine Karluk koluna ait bir Türk dili olan Çağatay dilini konuşuyordu. Moğol dilinde kullanılan Uygur alfabesi yerine Çağatay dili Pers-Arap alfabesiyle yazılıyordu. Barlas kabilesinin çoğunluğu Timur doğduğunda geleneksel Moğol inançlarına inanmaktan çok Müslümanlığa yakındı. Bununla birlikte, eski Cengizli veya Moğol kimliğinin bir kısmı Çağatay Ulusunun yönetici eliti içinde hala güçlü kalmıştı.
Sonuç
Modern fikirlerimiz ve kimliklerimiz aracılığı ile ortaçağda yaşananlar hakkında bir hüküm vermek zordur. Timurlu Hanedanlığı beş yüzyıl boyunca var oldu ve bu süre içinde kimliğinde büyük değişiklikler geçirdi.
Timurluların önceki nesilleri Çağatay Ulusuyla ilişkilendirilmiştir. Bu sadece siyasi bir kimlik değil, aynı zamanda kültürel, dini ve dilsel bir kimlikti. Timur da dahil olmak üzere bu konfederasyonun yönetici elitleri Çağataylılar olarak anılıyordu. Timur’la ilişkilendirebileceğimiz en iyi kimlik buydu, çünkü Timur kendisini böyle görüyordu ve başkaları tarafından da böyle görülüyordu.
Ancak Timur’u daha geniş bir etnik kimlikle ilişkilendirecek olursak. Onu bir Türk, bir Moğol veya bir Türko-Moğol (Tatar) olarak adlandırabiliriz. Bunun nedeni, çağdaş kaynakların bunların hepsine birden atıfta bulunmuş olmasıdır. Yine de Türk’ten daha sık Moğol veya Tatar olarak anılmaktadır.
Barlaslar da dahil olmak üzere Çağatay Ulusun Moğol kabileleri, Moğol İmparatorluğu’nun parçalanmasının ardından bir asimilasyon sürecinden geçmiştir. Timur doğduğunda Barlas kabilesi Maveraünnehir’deki Türklerin yerel kültür ve geleneklerine asimile olmuştu. Yerli halkın dilini, dinini ve kültürünü benimsemişlerdi. Ancak eski Moğol geleneklerinin ve kimliğinin bazı kısımları hala güçlüydü. Bunun sonucunda Türk-Moğol olarak adlandırılabilecek yeni bir kültür ya da miras ortaya çıkmıştır. Bu miras, bozkırlarda yaşayan her iki halkın yöntemlerinden unsurlar içeriyordu.
Türko-Moğol (Türkleşmiş Moğol) terimi Timur’u açıklamanın en iyi yoludur. Çünkü Türk ya da Moğol terimleri tek başına Timur’u tanımlamıyor. Ancak Timur’dan sadece Türk ya da Moğol olarak bahsetmek de yanlış bir şey değildi. Çünkü çağdaşları da ondan bu şekilde bahsetmiştir. Timurlu Hanedanlığı’nda sonuna kadar hanedanlıkta hem Türk hem de Moğol unsurlar vardı. Bu unsurlardan bazıları Babürlüler tarafından Hindistana da taşınmıştı.