Babür’ler, Osmanlı’ları halife olarak tanımadılar. Babür’ler ayrıca Osmanlı’ların Müslüman dünyasında üstün olduklarını da kabul etmediler. Ya da şöyle söyleyelim: Osmanlı Hanedanı’nın Timur Hanedanı’na karşı herhangi bir üstünlüğünün var olduğunu kabul etmediler.
Babür dönemi
İmparatorluğun kurucusu Babür Şah döneminde Osmanlı Halifesi Kanuni Sultan Süleyman’dı. Ancak Babür Şah, onu hiçbir zaman Halife olarak tanımadı. Babür Şah, Osmanlılara karşı kayıtsızdı ve Osmanlı padişahıyla doğrudan bir teması olmadı. Bu durum, Osmanlı’ların Babürlerin düşmanı olan Özbekler ile dostane ilişkilerinden kaynaklanmış olabilir.
Hümayun Dönemi
Hümayun, Osmanlı Halifesinin meşruiyetini kabul eden ilk Babür İmparatoru oldu. Hümayun, Hindistan’da bir deniz kazası geçiren Osmanlı amirali Seydi Ali Reis’e büyük bir misafirperverlik gösterdi. Bu sırada, Kanuni Sultan Süleyman, Müslüman dünyasında üstünlük kurmuştu. Kanuni, Babür’lerden Osmanlı’ların İslam’ın Halifesi olduğunu ve Müslüman dünyasında Osmanlı’nın üstünlüğünü kabul etmelerini istedi. Seydi Ali Reis, Hümayun Şah’a, Çin İmparatoru örneğini gösterdi. Çin’deki Müslümanlar, hutbe okunurken Osmanlı Halifesi’nin adını ekleyebiliyorlardı.
Bir süre sonra Hümayun Şah, “Padişah” ünvanını kullanmayı hak eden tek kişinin Kanuni Sultan Süleyman olduğunu itiraf etti. Onu İslam’ın halifesi olarak kabul etti ve ona büyük saygı gösterdi. Ancak kendisi veya kendi hanedanı üzerinde bir üstünlüğü olduğunu hiçbir zaman resmen kabul etmedi.
Hümayun, Kanuni Sultan Süleyman’a bir mektup gönderdi. Mektubun bir bölümü şöyleydi:
“İslam’ın temellerinin tecellisi, büyüklük ve servet göğünün kutbu olan Hilafet’in haysiyetinin sahibi yüce majestelerine samimi dilekler sunarım. İsminiz büyüklüğün mührü üzerine kazınmıştır ve sizin zamanınızda Hilafet mükemmele taşınmıştır. Hilâfetiniz ebedî olsun. Tanrı’ya şükürler olsun ki, zafer kapıları O’nun ilham gözüyle açıldı ve O’nun mazbatası ile saltanatın koltuğu ve Hilafet’in Hind ve Sind alemlerinin tahtının ihtişamı olan Muhteşem Sultan Süleyman’ınkine eşit bir hükümdar (olan Hümayun) tarafından bir kez daha şereflendirildi.”
Ekber Dönemi
Ekber Şah’ın Osmanlı’lar karşısındaki duruşu, başlangıçta babasınınki gibi olumluydu. Ancak, daha sonra bu tutumu değişti. Hatta Ekber yönetiminin sonlarında, bu duruş, düşmanca bir hal aldı.
Ekber bir çocukken tahta çıkmıştı, o zaman zayıf konumdaydı ve her çeşit yardıma ihtiyacı vardı. Bu yüzden ulema’nın çokça etkisi altında kaldı. Ekber, babası gibi Kanuni Sultan Süleyman’ın Halifeliğini kabul etti. Kanuni’ye, kendisinden “Yeryüzündeki Halife” olarak bahsettiği bir mektup yazdı. Hükümdarlığının ilk dönemlerinde Osmanlı Halifesinin dini üstünlüğünü de kabul etmişti.
Genç Ekber
Ekber döneminde İmparatorluk, Kuzey Hindistan’daki genç bir devletten Hindistan’daki en güçlü imparatorluğa dönüştü. Osmanlılar gibi dış güçlere bağlı olmayan ve kendi kendine yetebilen bir güç merkezi oluştu. Ekber Şah yönetimindeki Babür İmparatorluğu genişleyip güçlendikçe, Ekber’in Osmanlılara karşı duruşunda değişiklik oldu.
Ekber, bir süre sonra Osmanlı Sultanını “Halife” olarak tanımayı reddetti. Bunun yerine, Halife unvanı için kendi ismini tartışmaya açmış gibi görünüyordu. Babür’lerin, kendi İmparatorlukları dışındaki hiç kimsenin dini otoritesini tanımayacağını bildirdi. Kendisine, “İmam-i Adil”, “Padişah-ı İslam” ve “Emir ul-Muminin” unvanlarını uygun gördü. Bunlar herhangi bir padişahın değil, ancak bir halifenin alabileceği sıfatlardı. Ekber ayrıca kendi varlığını devletin ve dinin başı olarak yerleştirdi. Artık dini kararlar da çıkartabilirdi. Bu çerçevede “Din-i-İlahi” isimli yeni bir inanış bile başlattı.
Bazılarına göre Ekber, Osmanlılara saldırmak için Portekizli’lerle bile ittifak yapmak istiyordu. Ancak bu iddianın gerçekliği şüphelidir. Ekber’in uyguladığı politikalar, kendisini normal bir padişahtan neredeyse Halife benzeri bir figüre, hem devletin hem de dinin başı olan bir imparatora dönüştürmesiyle sonuçlandı. Artık, imparatorluk içinde hutbe, sadece Babür Sultanları adına okunacaktı.
Cihangir Dönemi
Ekber’in oğlu Cihangir, babasının Osmanlı İmparatorluğu’na karşı politikasını sürdürdü. Osmanlılara karşı kayıtsız bir tavır aldı. Ancak, her şeyi değiştirecek ve Babür’ler ile Osmanlı’lar arasında daha sıcak ilişkiler kurulmasına neden olacak bir gelişme yaşandı. Bu, Safevi İmparatoru Şah Abbas’ın Kandahar’ı ele geçirmesiydi. Osmanlı Sultanı IV. Murad, Cihangir’e bir mektup göndererek Safevilere karşı Osmanlılar, Özbekler ve Babür’lerden oluşan bir Üçlü İttifak kurulmasını önerdi.
Ancak Cihangir’in ölümü bunu engelledi. Ayrıca Cihangir’in Şah Abbas ile zaten yakın bir ilişkisi vardı.
Şah Cihan dönemi
Şah Cihan, Osmanlılarla temas halinde kaldı ama Osmanlı’ların Müslüman dünyasında ya da kendileri üzerinde bir üstünlüğü olduğunu kabul etmedi. Hutbeler, Babür İmparatorlarının adlarını kullanmaya devam etti. Şah Cihan, Osmanlı’ların kendi imparatorluğu içinde hiçbir yeri veya nüfuzu olmadığını çok net bir şekilde ortaya koydu.
Şah Cihan’ın kullandığı bazı ünvanlar şöyleydi.
- Şehinşah el-sultan el- Azam (en güçlü egemenlik sultanı)
- Kaqan el-Mükerrem (saygıdeğer hanların hanı),
- Malik-ul-Sultanat (sultanlığın sahibi),
- Sahib-i-Qiran-i-Sani (hayırlı birlikteliğin ikinci efendisi),
- Padishah Ghazi (imparatorluğun fethedeni)
- Zillu’llah (Tanrının gölgesi),
- Firdaus-u Ashiyani (Cennetin evi),
- Shahenshah-e- Sultanat ul-Hindiyyah wal Mughaliyyah (Hindistan ve Mughal Sultanlığının şahlarının şahı)
Aurangzeb Dönemi
Auranzgeb (Alemgir) döneminde Osmanlı’lar ile Babürler arasındaki ilişkiler daha soğuk bir hale geldi. 1690’da Osmanlı Sultanı II. Süleyman, Aurangzeb’e bir mektup gönderdi ve Hıristiyanların başlattığı Kutsal İttifak Savaşları’nda pek iyi durumda olmadıklarını belirterek Aurangzeb’den acilen yardım istedi. Osmanlı büyükelçisi, Aurangzeb tarafından soğuk karşılandı. Bunun nedeni, Osmanlı padişahlarının Aurangzeb hükümdarlığının ilk otuz iki yılına kadar kendisine elçi göndermemiş olmalarıdır. Sadece yardıma ihtiyaçları olduğunda çaresiz kaldıkları için gelmişlerdi.
Aurangzeb, Osmanlılara yardım göndermedi. Hıristiyanlara karşı da savaş açmadı.
Aurangzeb, önceki Babür Sultanları gibi Osmanlı padişahlarının İslam’ın Halifesi olduğu iddiasını kabul etmedi. Müslüman dünyasındaki üstünlüklerini de onaylamadı. Aurangzeb kendi kendine “Halife” unvanını aldı, ayrıca “Emir el-Muminin” unvanını da kullandı. Daha önce olduğu gibi, hutbe sadece Babür İmparatoru adına okunacaktı.
Osmanlılar, ancak Babür İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Hindistan Yarımadasında nüfuz ve önem kazanmaya başladı.
Mughal İmparatorlarının ideali
Babür İmparatorlarının basit hükümdarlar olmadığı, kendilerini sıradan bir insandan yüksekte gördükleri bilinen bir gerçektir. Kullandıkları “Tanrı’nın Gölgesi” ünvanından da bu anlaşılıyor. Görünüşe göre, Babür İmparatorları kendilerini Halifelerden bile daha yüksek bir yerde görüyorlardı. Bu yüzden Osmanlıların üstünlüğünü tanımamaları şaşırtıcı değildi.
Babür’ler, kendilerini her zaman Timur‘un devamı olarak görüyorlardı ki bu doğrudur. Timur’un ünlü Ankara Savaşı’nda Osmanlı’ları ezmekle kalmayıp Sultan Bayezid’i esir aldığını Babürler gayet iyi biliyordu. Timur’un geçmişte bizzat boyun eğdirdiği ve teba haline getirdiği Osmanlı’nın üstünlüğünü şimdi nasıl kabul edebilirlerdi?
Çok güzel bir yazı olmuş. Tebrik ediyorum